08-31-2023, 11:12 PM
Zü’l-hicreteyn:
Cafer b. Ebû Tâlib (r.a.)
Habeşistan’da, ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen bir kral vardır. Allah sizin için bu durumdan bir çıkış ve kurtuluş yolu gösterinceye kadar orada kalın.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, IX, 17; İbn İshâk, Sîret, I, 247)
Allah Resûlü’nün bu tavsiyesiyle, müşriklerin eziyetlerinden ötürü öz yurtlarını terk etmek durumunda kalan müminlerden bazıları Habeşistan’a doğru yola koyuldular. Çöl hayatına aşina olan bu kimseler, inançları uğruna her şeylerini bırakarak farklı bir iklimdeki yabancı bir ülkeye, hiç tanımadıkları insanların arasına gidiyorlardı. Kızıldeniz’i aşarak zorlu bir yolculuğu göğüslerken akıbetlerini de bilmiyor, gönüllerine kök salan imanla yaşama tutunuyorlardı. Resûlullah, bu kutlu yolculuğa çıkacak ikinci kafileye amcasının oğlu Cafer b. Ebû Tâlib’i başkan tayin etti. Ne var ki müminlerin başka bir diyarda dahi rahata ermesine müsaade etmek istemeyen müşrikler boş durmadılar, ülkesine sığınan kimseleri geri göndermesini talep etmek üzere Necâşî’ye bir heyet gönderdiler. Adil hükümdar Necâşî onların müminler hakkındaki suçlamalarını dinledikten sonra müslümanlara söz hakkı tanıdı. “Ey Hükümdar! Biz Cahiliye toplumuyduk; putlara tapar, leş yer, çirkin işler yapardık. Akraba ilişkilerine değer vermez, etrafımızdakilere kötülük ederdik. Güçlülerimiz zayıflarımızı yok ederdi. İşte biz bu hâlde iken, neticede Allah bize içimizden soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetini iyi bildiğimiz bir resûl gönderdi.” diyerek söze başlayan Cafer b. Ebû Tâlib, tarihi konuşmasıyla Resûlullah’ın getirdiği dinin inanç esaslarını, emir ve yasaklarını anlatarak müminlerin durumunu, neden kendisine sığındıklarını veciz bir şekilde beyan etti (İbn Hanbel, I, 202; İbn İshâk, Sîret, I, 248-249). Bu konuşmadan oldukça etkilenen Necâşî, Kur’an ayetlerinden bir bölümünü dinlemek isteyince Cafer (r.a.) oldukça manidar bir tercihle Meryem suresinin Hz. İsa’dan bahseden ayetlerini okudu. Zira burada Hz. İsa’nın babasız olarak gönderilmiş bir hak peygamber olduğu anlatılıyordu. Hristiyan olan Necâşî bu sözlerin batıl olmadığına, bilakis Hz. Musa’ya inen vahiyle aynı kaynaktan olduğuna kanaat getirerek müşriklere itibar etmedi (İbn Hanbel, I, 202). Müminleri müşriklere teslim etmediği gibi ülkesinde rahat yaşamalarına da imkân sağladı.
Cafer b. Ebû Tâlib, başkanlık görevini hakkıyla yerine getirerek müminleri en güzel şekilde temsil etmişti. Burada kaldıkları sürece onları kimse rahatsız etmedi. Ancak yurtlarından, dost ve akrabalarından en önemlisi de Resûlullah’tan uzak kalmak onlara ağır geliyordu. Resûlullah da onları çok özlüyordu. Müminlerin Medine’de huzurlu bir yaşantıya kavuşmalarının ardından hicretin yedinci yılında Necâşî’ye yazdığı bir mektupla onların geri gönderilmesini istedi. Onlar döndüklerinde Resûlullah Hayber’deydi. Her fırsatta sergiledikleri hainlikleriyle Müslümanlar için devamlı bir tehdit oluşturan Yahudilere son darbeyi vurmuş, oldukça sağlam kaleleri ve yenilmez savaşçılarıyla meşhur Hayber’i fethetmişti. Böylece Kureyş müşrikleri de en büyük destekçilerini kaybederken Müslümanlar bölgede mutlak nüfuz sahibi olmuşlardı. İşte bu sırada gelen Cafer b. Ebû Tâlib Resûlullah’ın sevincini kat kat artırdı. Allah Resûlü, yıllardır göremediği amcasının oğlunu bağrına basarak iki kaşının arasından öptü (Ebû Dâvûd, Edeb, 145-146) ve mutluluğunu şöyle ifade etti: “Hangisine daha çok sevineceğimi bilemiyorum. Hayber’in fethine mi yoksa Cafer’in dönüşüne mi!” (Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, VII, 157)
Ashab arasında cömertliğiyle meşhur olup “Ebu’l-mesâkin (muhtaçların babası)” diye anılan Cafer b. Ebû Tâlib bundan böyle “Zü’l-hicreteyn (iki hicret sahibi) ismiyle şöhret buldu. Fakat ashabla birlikteliği bundan sonra da çok üzün sürmedi. Cafer (r.a.) bir yıl sonra Bizans’la yapılan Mute Savaşı’nda henüz kırk yaşındayken şehit düştü. İki kolu kesilen Cafer b. Ebû Tâlib’in vücudunda da sayılamayacak kadar çok yara vardı. Allah Resûlü, ahlakını kendisine çok benzettiği (Tirmizî, Menâkıb, 29) bu güzide sahabinin kesilen kolları yerine Allah’ın ihsan ettiği iki kanatla cennette uçtuğunu bildirmiştir. Böylece ömrü dine hizmetle geçen bu yiğit sahabi İslam tarihine “Cafer-i Tayyâr” adıyla kazınmıştır.
Kaynak :
Sahabe Hatıraları (Diyanet Yayinlari)
Elif ERDEM