08-31-2023, 11:21 PM
Arayıştan Arınışa:
Ebû Zer el-Gıfârî (r.a.)
Yol kesme ve yağmacılıkla ünlü Gıfâr kabilesinin gözü pek yağmacılarındandı. Cündeb b. Cünâde idi ismi, fakat isminden ziyade künyesiyle meşhurdu: Ebû Zer el-Gıfârî. Korku nedir bilmezdi. Alacakaranlıkta atının sırtında tek başına deve sürülerinin yolunu keser, alacağını alırdı. Kim bilir kaç kervancının canı yanmıştı onun yüzünden. Hicaz bölgesindeki birçok kabile gibi Gıfâr halkı da putlara tapıyordu. Lakin Ebû Zer, putlardan nefret ediyor bir ve tek olan Allah’a inanıyordu. Üç yıldır yalnızca Allah’a ibadet ediyordu. Lakin yine de huzursuzdu. Son zamanlarda duyduğu huzursuzluk ise baş edilecek türden değildi. Savaşın yasak olduğu haram aylarda bile baskın ve yağmalarından vazgeçmeyen kabilesinin taşkınlıklarını vicdanına sığdıramıyordu artık. Kabilesini terk etmek için derhal harekete geçti. Annesi ve kardeşi Üneys’le birlikte dayısının yanına gitmesine rağmen orada da huzur bulamadı. Büyük bir arayış içindeydi.
O buhranlı günlerde Mekke’de kendisi gibi yalnızca Allah’a inanan ve O’nun peygamberi olduğunu iddia eden adamın haberi kulağına çalınmıştı. Haberin doğruluğunu araştırmak üzere kardeşi hemen Mekke’ye gitti. Ebû Zer sabırsızlanıyordu. Biraz gecikmekle birlikte sonunda Üneys döndü. Söylediğine göre gerçekten de öyle bir kimse vardı ama aksine halk onun şair, kâhin ya da sihirbaz olduğunu düşünüyordu. Halbuki onun sözleri ne bir şairin, ne bir kâhinin, ne de bir sihirbazın sözlerine benziyordu. Zira o iyiliği tavsiye ediyor, kötülükten alıkoyuyor ve güzel ahlâkı emrediyordu.
Ebû Zer kardeşinin anlattıklarından tatmin olmak bir yana daha da meraklanmıştı. Gidip kendi gözleriyle görecekti Mekke’deki elçiyi. Sokaklarda dolaşırken sözlerine güvenebileceği bir insan aradı gözleri. Açıktan tebliğin henüz yapılmadığı o günlerde nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını kestirmek oldukça güçtü. Halinden Müslüman olabileceğini tahmin ettiği bir adama sordu o zatın kim olduğunu. Tahmininde yanılmıştı Ebû Zer. Ne olduğunu anlayamadan Mekkelilerin saldırısına uğradı birden. Gözlerini açıp kendine geldiğinde kanlar içindeydi.
Zor şartlarda geçen otuz günün sonunda Ebû Zer Kâbe’yi tavaf için gelen Hz. Peygamber’e ulaştı ve kendisiyle görüşmesinin ardından hemen Müslüman oldu. Allah Resûlü Ebû Zer’e kimlerden olduğunu sordu. Yol kesmeleriyle ünlü Gıfâr kabilesinden olduğunu öğrenince şaşkınlığını gizleyemedi ve “Allah dilediğini hidayete erdirir.” dedi. (İbn Sa’d, Tabakât, IV, 223) Ebû Zer’in kalbi huzur bulmuştu artık. İçi içine sığmıyordu. Kâbe’ye gidip Müslüman olduğunu haykırdı cümle âleme. Bunu sindiremeyen müşrikler bir kez daha saldırdılar Ebû Zer’e. Resûlullah’ın amcası Abbas b. Abdülmuttalib onu zor kurtardı müşriklerin elinden.
Hz. Peygamber’e ilk inananlardan biri olan Ebû Zer, Mekke’de bir müddet kaldıktan sonra İslam’ı tebliğ etme göreviyle tekrar kavmine döndü. Medine’ye hicrete kadar kavminin yarısını İslâm’a kazandırdı. Hicretten sonra da kavminin tamamının Müslüman olmasıyla birlikte Resûlullah’ın duasını almalarına vesile oldu.
Ebû Zer Medine’ye yerleştikten sonra Peygamber mescidinin hemen yanı başında suffede yaşamaya başladı. Allah Resûlü’nün yakınında geçirdiği her anı kâr sayıyordu kendisine. Kimi zaman Resûlullah’ın hizmetine koşuyor, kimi zaman devesinin arkasına binip onunla sohbet ediyor, sorular soruyordu. İlim meclislerinin önde gelen simalarından biriydi.
Müslüman olmadan önce tek başına yol kesecek kadar cesaretli, etrafına korku salan sert mizaçlı Ebû Zer artık Peygamber ahlâkıyla ahlâklanmış, arınmış, harama el uzatmak bir yana fakir ve düşkünlerin sığınağı olmuş ve sade bir hayat sürmeye karar vermişti. Öyle ki hizmetçisiyle aynı kıyafeti giyecek ve aynı sofrayı paylaşabilecek kadar mütevazı bir insan haline gelmişti. Resûlullah’tan aldığı terbiye sayesinde asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu anlamış, dünyalık her şeyden yüz çevirmeyi tercih etmişti. Bundan böyle o nerede olursa olsun Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olacak, kötülüğün peşinden hemen bir iyilik yapacak, insanlara güzel ahlâka uygun biçimde davranacak, en zor şartlarda bile iffetli davranacak ve doğruluktan asla taviz vermeyecekti. Peygamber’e gerçek bir dost olmak, onun tavsiyelerine uymayı gerektirirdi. Nitekim öyle de oldu. Zühdü ve takvasıyla Resûlullah’ın gönlünü kazanan Ebû Zer onun şu övgüsüne mazhar oldu: “Ebû Zer’den daha doğru sözlü ve vefalı olanını ne gökyüzü gölgelendirmiş ne de yeryüzü üzerinde taşımıştır.” (Tirmizî, Menâkıb, 35)
Kaynak :
Sahabe Hatıraları (Diyanet Yayinlari)
Rukiye AYDOĞDU DEMİR