Rasit Board

Full Version: Abdullah b. Ömer (r.a.) Geceyi Secdesiyle Aydınlatan Sahabi
You're currently viewing a stripped down version of our content. View the full version with proper formatting.


Geceyi Secdesiyle
Aydınlatan Sahabi:
Abdullah b. Ömer (r.a.)


Gecenin heybesi açılıp da içinden irili ufaklı milyonlarca yıldız döküldüğünde, çölün gizemi bir kat daha artardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gündüzün yakıcı sıcağından eser kalmaz, ürperten bir serinlik her tarafı kaplardı. Hele bir de dolunay varsa ayın sessiz dokunuşlarından şavkının vurduğu her bir nesne cömertçe payını alırdı. Tam da o vakitlerde çöldeki her şeyin üzerini biraz aydınlık, biraz serinlik, çokça da sessizlik örterdi. Kıl çadırlar, uyuyan kervanlar, kerpiç duvarlar, bereketli hurmalıklar, her biri eşit şekilde bunlardan nasiplenirdi. Ancak hasır bir şilte üzerinde, hurma dalları altında uzanan esmer genç, gecenin bu şöleninden habersiz, yüzüne vuran dolunayın güzelliğini de üzerine düşen yaprakların gölgesini de umursamaz bir şekilde uyuyordu. Zaman zaman dudakları kıpırdıyor bazen de karanlıkta açılıp kapanan parmakları bir şeyi tutmak istercesine uzanıyordu. Alnındaki terle derin derin nefes alıp veren gencin, içinde olup da neden orada olduğunu bir türlü anlayamadığı, bununla birlikte bir an evvel oradan kurtulması gerektiği hissi veren rüyalardan birini gördüğü her halinden belliydi. Vücudunu içten içe saran telaşla beraber anlamsız yanılsamalar, kararsızlıklar, amansız soru yumakları, kaçmak istemek, kaçamamak ve daha nicesi uyanana dek toy genci esir almıştı. Bu esaret, onun o kara gözlerini kerpiç odacığın tavanındaki hurma dallarına dikip derin bir oh çekmesiyle sona erdi. Bir müddet oturdu mütevazı yatağında, kendisine gelmesi zaman aldı. Sonra söylenmeye başladı, “Resûlullah’a (s.a.v.) gelip de inceden inceye rüyasını anlatan herkesi kıskanırsan olacağı buydu elbet, dedi, işte sen de yordurulacak bir rüya gördün nihayet!” Hakikaten de içine yer eden Peygamber’e rüya tabi ettirme arzusunu uyumadan evvel yinelemiş ve “Allah’ım, eğer ben iyi biriysem, bana öyle bir rüya göster ki Resûlullah benim için onu tabir etsin!” diyerek uykuya dalıvermişti. Şimdi hemen, etkisini hala üzerinde hissettiği rüyasını Nebî’ye (s.a.v.) anlatmanın bir yolunu bulmalıydı. Ümitle korku arasında, biraz çekinerek çokça da merak ederek mescidin yanı başındaki ablası Hafsa’nın kapısını çaldı genç Abdullah.
Evet adı Abdullah’tı. Peygamberin hanımı Hafsa’nın sevgili kardeşi, Ömer b. Hattab’ın da oğlu idi. Abdullah, heybetli babası Ömer’in evine tercih etmişti ablasının yanı başındaki mescidin suffesini. Aslında burayı tercih sebebi ne çok sevdiği ablası Hafsa’ya yakınlık arzusu ne de diğer talebe arkadaşlarıyla birlikte suffeyi paylaşma isteği idi. Hepsinden önemlisi hâne-i saâdetin yanı başında bulunup nerdeyse yaşama gayesi haline getirdiği peygamberine yakın olma, onu izleme ve onunla geçen vakitleri artırma arzusu idi. Gördüğünü çok iyi görmek, işittiğini çok iyi işitmek, ona dair yanlış bir nakil veya davranışla karşılaştığında hemen düzeltmek vazifesiydi adeta Abdullah’ın. Her daim uyanık bir avcı gibi ona dair her bir ayrıntıya hâkim olmaktı derdi. Bu yüzden Medine mescidindeki suffede kalır, diğer sahabi arkadaşları gibi ilimle meşgul olur, gençliğinin her bir anını ya bir ayeti ya da bir hadisi hayatına nakşetmekle geçirirdi. Sevgili Peygamberi gibi namaz kılmak, onun gibi abdest almak, onun giydiği terlikten giymek, onun sevdiği rengi sevmek, onun cümlelerini kelime kelime hıfzetmek, onun yürüdüğü yollarda yürüyüp, konakladığı yerlerde izini sürmek yegâne meşgalesiydi Abdullah’ın. Kendisine herhangi bir konuda neden bunu böyle yaptığı sorulduğunda cevabı her daim hazırdı: “Resûlullah’ı böyle yaparken gördüğüm için ben de böyle yaptım.”
Herkesin malumuydu onun Allah Resûlü’ne olan bu düşkünlüğü. Hafsa da kardeşi Abdullah’ı bir sabah karşısında gördüğünde şaşırmadı zira onun hâne-i saâdeti, dolayısıyla Allah Resûlü’nü sık sık ziyarete geldiğini bilirdi. Ancak bu seferki telaşı gözünden kaçmamıştı. Kardeşinin merak içerisinde anlattığı rüyasını ilgiyle dinledi. Abdullah, karşısına çıkan iki meleği, kendisini cehennemin kıyısına kadar götürmelerini, orada gördüğü tanıdık yüzleri, bu sırada yaşadığı korkuyu, meleklerin kendisine “Korkma!” diyerek teskin edişlerini, hepsini bir bir hiçbir ayrıntıyı atlamadan ablasına nakletti. Daha sonra bu rüyayı Resûlullah’a anlatan Hafsa, kardeşi için ondan şu yorumu işitti: “Abdullah ne iyi insan! (Bir de) geceleri namaz kılsa!” (Buhârî, Ta’bîr, 35, 36; Müslim, Fedâil, 140)
Rüyasının tabirini ablasından öğrenen Abdullah, bu mübarek sözleri işitir de hiç boş durur mu? Gündüzünün yanında gecesini de Allah Resûlü’nün tavsiyelerine uymakla geçirecekti bundan böyle…
O günden sonra çöl gecelerinde her şeyin üzerini biraz aydınlık, biraz serinlik, çokça da sessizlik örtmeye devam etti. Kıl çadırlar, uyuyan kervanlar, kerpiç duvarlar, bereketli hurmalıklarla birlikte Abdullah’ın secdesi de bunlardan payını aldı. Abdullah, gecelerini artık secdeleriyle aydınlatıyordu.

Kaynak :

Sahabe Hatiralari (Diyanet Yayinlari)
Rukiye AYDOĞDU DEMİR