09-01-2023, 12:17 AM
Doğruluğuyla Kurtuluşa
Eren Sahabi:
Kâ’b b. Mâlik (r.a.)
Güneşin kavurucu sıcağı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. O sıcakta, meyveleri olgunlaşan hurma dallarının gölgeliğinde biraz olsun serinlemek kadar insanı rahatlatan bir nimet olamazdı. Lakin Medine’de hummalı bir sefer hazırlığı vardı. Allah Resûlü Bizans’ın ani bir saldırı düzenleyeceği haberini almış, vakit kaybetmeden Medine-Suriye ticaret yolu üzerinde bulunan Tebük’e doğru yola çıkmayı uygun görmüştü. Yolculuk uzun ve meşakkatli olacaktı. Ordunun iyi hazırlanması gerekti.
Medine’nin beş büyük şairinden Kâ’b b. Mâlik de sefere katılacaklar arasındaydı. Ka’b, hicretten önce Akabe’de yapılan görüşmelerde biatiyle Hz. Peygamber’i memnun etmiş, Bedir hariç o zamana dek yapılan bütün gazvelere katılmış, on yedi yerinden yaralandığı Uhud Savaşı’nda büyük kahramanlık göstermişti. Ancak bu kez biraz rahat davranmıştı. Sefere hazırlık için sabahleyin evinden çıkıyor, akşam olduğunda hiçbir şey yapmadan geri dönüyordu. Hal böyleyken günler günleri kovalıyor, Ka’b kendini bir türlü toparlayamıyordu. O, daha vakit var diye düşünürken, hazırlıklarını tamamlayan ordu bir sabah yola çıktı. Ka’b, bugün yarın yetişirim düşüncesiyle oyalanırken aradan birkaç gün daha geçmiş, epeyce mesafe kat edilmişti. Yine de hazır değildi Ka’b. Hâlâ orduya yetişebileceği düşüncesiyle Medine sokaklarında dolaştığı bir gün, geride yalnızca münafıkların ve maddî imkânsızlıklar yüzünden sefere katılamayanların kaldığını anlayınca hatasının farkına vardı ancak artık çok geçti. Resûlullah’ın dönüşünü beklemek zorundaydı.
Haftalar sonra Allah Resûlü’nün Medine’ye dönmek üzere yola çıktığı haberini alınca Kâ’b b. Mâlik’in içi içini kemirmeye başladı. Onun yüzüne nasıl bakacaktı? Hiçbir geçerli sebebi olmadığı halde sırf nefsinin esaretiyle Medine’de kalmıştı. Bu durumun nasıl bir izahı olabilirdi ki! Bir bahane uydursa Resûlullah’ın öfkesinden kurtulabilir miydi acaba? Hayır, çözüm bu değildi asla. Her şeyi olduğu gibi anlatmak gerekiyordu.
Hz. Peygamber Medine’ye döndüğünde sefere katılmayıp geride kalanlar mescide gelerek mazeretlerini bildirdiler. Sıra Kâ’b’a geldiğinde Resûlullah ona ne sebeple seferden geri kaldığını sordu. Akabe’de aldığı sözü hatırlattı. Kâ’b elbette o günkü sözünü unutmamıştı fakat beyan edecek bir özrü de yoktu. Durumu aşikârdı, daha önce karar verdiği üzere başkaları gibi yalandan bir mazeret uydurmak yerine hatasını itiraf etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber ondan, Yüce Allah kendisi hakkında bir hüküm bildirinceye kadar beklemesini istedi. Mürâre b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye adlı iki sahabi de Kâ’b ile aynı durumdaydılar. Bu üç sahabiye karşı Resûllah’ı ve Medine’yi adeta derin bir sessizlik bürüdü. Kimse onlarla konuşmuyor, görenler yüzlerini ekşitiyordu. Yer gök, dağ taş sükût ediyordu sanki. Bu sessizliğe dayanamayan Mürâre ve Hilâl evlerine çekilip ağlıyorlar, Kâ’b ise aksine sokaklarda dolaşıyor, mescide namaza geliyor, Hz. Peygamber’in meclisine katılmaya çalışıyordu. Olur da selamına karşılık verirse diye Allah Resûlü’nün dudaklarının kıpırdayıp kıpırdamadığını takip ediyordu ama nafile. Resûlullah onunla göz göze bile gelmiyordu. Kâ’b çok pişmandı, üzüntüsü ve kederi tarifsizdi.
Medine çarşısında dolaştığı bir gün Şam taraflarından gelen bir adam Kâ’b’a, Gassan melikinden bir mektup getirdi. Gassan meliki, Hz. Peygamber’in Kâ’b’a haksız muamele ettiğini iddia ediyor, buna karşılık topraklarına geldiği takdirde kendisinin onu layık olduğu bir hürmet ve taltifle karşılayacağını bildiriyordu. Ancak Kâ’b Resûlullah’a karşı başka bir hata daha işlememeye karar vermişti artık, bu teklifi hiç tereddütsüz reddetti.
Kâ’b’ı derinden sarsan sessizliğin üzerinden kırk gün geçmişti. Allah Resûlü’nden bu kez üç sahabi için eşleriyle birlikte yaşamalarını yasaklayan bir emir geldi. Ailesinden mahrum kalma pahasına da olsa, Hz. Peygamber’in emrine itaat etmeliydi Kâ’b. Hanımına hakkında bir hüküm bildirilinceye kadar babasının evinde kalmasını söyledi.
Medine’yi bürüyen sessizliğin ellinci günüydü. Sabah namazını henüz eda eden Kâ’b b. Mâlik’in içindeki vicdan azabı ve hüzün öylesine büyümüştü ki bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geliyordu artık ona. Boğuluyordu adeta. Elinden gelen tek şey Rabbi’nin azabından yine O’nun merhametine sığınmaktı. Bu düşüncelerle şehrin sessizliğine kulak veren Kâ’b, birden “Ey Kâ’b b. Mâlik, müjde!” diye koşarak kendisine gelen kişinin sesiyle irkildi. Göklerin ve yerin Rabbi tarafından tövbesi kabul edilmişti. Hemen secdeye kapandı. Vakit kaybetmeden Resûlullah’ın mescidine koştu. Mescide girer girmez Allah Resûlü’nün mübarek yüzündeki mutluluk dikkatini çekti, bir ay parçası gibi parlıyordu. Kâ’b annesinden doğalı, yaşadığı en hayırlı gün bugündü. Hz. Peygamber’in simasından gönlüne sirayet eden neşeyle coşarak malının tamamını fakirlere bağışlamak istediğini bildirdi. Fakat Allah Resûlü ona, malının bir kısmını elinde tutmasının daha hayırlı olacağını söyledi. Bu büyük badireden doğruluğu sayesinde kurtulduğunu itiraf eden Kâ’b b. Mâlik, yaşadığı müddetçe doğruluktan asla ayrılmayacağına dair Resûlullah’a söz verdi. Bundan böyle yalan söylemek aklının ucundan dahi geçmeyecekti.
Kaynak :
Sahabe Hatiralari (Diyanet Yayinlari)
Hale ŞAHİN